29 Ekim 2015 Perşembe

Silvan'lı Hacı Oruç-2


  Silvan'lı Hacı Oruç yoksulluktan asmasaydı kendini bir yıl önce, belki bir ay önce devlet kurşunu tarafından ölecekti sokak ortasında. Adına da terörist denecekti. 35 günlük bebeğinden 12 yaşındaki kız çocuğuna onca kişi can verdi 7 Haziran seçiminden sonra Doğu'daki operasyonlarda. Başbakan da çıkıp "sivil kayıp yok" dedi. Hacı Oruç yoksulluktan ölmese Silvanlı Kürt olduğundan ölürdü belki de ekmek bulmaya giderken abluka altinda. Ölüm hep yakıyor, ama bazı kişilerin ölümü çok yakıyor, "yoksulun ekmeği" ezilip duruyor devletin ayakları altında.

1 Ekim 2014 Çarşamba

Bergen


Meğer Bergen, Bergen'in düşlerindeymiş. Bergen, kendine sahne adını bir seyahat dergisinde görüp de beğendiği Norveç'in Bergen şehrinden vermiş. Kim bilir Belgin, Bergen'i nasıl da düşlemiş...

Elif Türkölmez, müzik yazarı Yavuz Hakan Tok'un kitabını yazmışAcıların Kadını Bergen. Okuyunca yazıyı, aklım kaldı Belgin'in Bergen'i sevişinde.

9 Nisan 2014 Çarşamba

Okumak


    İlk yazdığım yazı facebook üzerineydi. Az önce facebook sayesinde!:) okuduğum bir yazı da bu yazıya ek olarak okunabilir diye düşündüm. Dijtal okuma pratiğiyle basılı kitap okuma pratiğinin farkları ve evrimleşen beynimiz üzerine. Bence oldukça ilginç ve uyarıcı. Özellikle bizden sonra gelecek kuşağı önemsiyorsak...

"We can’t turn back,” Wolf said. “We should be simultaneously reading to children from books, giving them print, helping them learn this slower mode, and at the same time steadily increasing their immersion into the technological, digital age. It’s both. We have to ask the question: What do we want to preserve?”

Maryanne Wolf, 
Tufts Üniversitesi'nden bir bilişsel nörobilimci ve 
Proust and the Squid: The Story and Science of the Reading Brain kitabının yazarı

 Maryanne Wolf'un kitaplarına bakmalı...

23 Temmuz 2013 Salı

"4 çocuk babası Hacı Oruç(40)"



  Yıllar önceki gazetecilik hayalimin arkasında en çok insana dokunabilme arzusu hatırlıyorum. NOKTA dergisinde çalıştım öğrenciyken bir süre; yaptığım kimi haberler bu arzuma karşılık da veriyor gibiydi. Mutlu ediyordu beni o haberlere koşturmak. Sonra, gazeteciliğin çok insanlı, çok ilişkili networking kısmından korktum, belki erken bir kararla vazgeçtim. Dergicilik iyi bir döneminde değildi zaten; sonra, içinde yaşadığımız günlerin açıkça ortaya koyduğu gibi, özgür basın diye bir olgu da kalmadı. Yine de gazeteciliğe devam eden, iyi arkadaşlarım var; onların yaptığı habercilik kendine özerk bir alan yaratmayı başardı. Çok takdir ediyorum; takip de ediyorum.

  Bu yazıyı yazma sebebim; aslında "gazetecilik hayallerime ne oldu" değil. Sabah okuduğum bir haber içimi çok acıtınca, çok uzun zamandır, facebook, twitter, online gazeteler üzerinden paylaştığımız onca acı dolu haberi düşündüm bir daha Türkiye özelinde. Ardı ardına paylaştığımız insan haberleri, insan hikayeleri..."İnsana dokunabilme arzusu" derken; ta o zamanlar bile aklımda daha çok savaş muhabirliği vardı galiba. Aç insanlar, yoksul insanlar, savaş sürgünleri, mülteciler...Bu imgelerden oluşuyordu gazeteciliğe dair hayallerim. Ne yazık ki bu imgeler adına hayatımda çok fazla bir şey yaptığımı söyleyemeyeceğim. O imgelerin hakkını veremedim henüz; her hangi bir yaraya merhem olamadım. Öğrencilerim oldu; onlara biraz yaralardan ve merhem olabilecek insanlardan, durumlardan, adalet anlayışından, hukuktan bahsettim; biraz o içimi rahatlatır. Onun dışında, yapmadım pek fazla şey.

  "İnsana dokunabilmek" için bütün dünya araçlarını arar oldum pek çoğumuz gibi ben de. Kimi zaman tarih oldu aracım; kimi zaman tiyatro. Dokunduğumda, merhem olmayacağım kesin. İnsana dokunmak, ancak insanın kendi ruhunu tedavi edebilir. Karşısındakinin acısını alamaz. Ben, istediğim kadar oynayayım sahnede Yahudi kızı Rachelka'yı; Rachelka'nın acısını anlamaya çalıştığım için daha fazla dokunmuş olmam insana. "Nasıl oldu da Rachelka'ya bunu ettiler, buna nasıl izin verdiler" diye sorgulayarak oynarsam Rachelka'yı, o zaman belki biraz da olsa dokunmuş olurum insana. "Bir daha olamasın" diye oynarsam Rachelka'yı; belki o zaman...bilmiyorum.


 Tarihte yaşanan acılardan geriye hep hikayeler ve ağıtlar kalmış. Türküsü yapılmış kayıpların; söylenegelmiş. Kimse kimsenin yarasına merhem olamamış; ama birlikte söylenen dengbejler acıyı mühürlemiş belki yer yüzünün kalbine. Kalbi mühürlü yer yüzü; hafızanın kendisi oluvermiş. Bir nesil unutmuşsa, başka bir nesil açığa çıkarmış mühürlü yeri. Oradan, kendini, insanoğlunun tümünü ve kendi dönemindeki adaletsizliği sorgulamaya devam etmiş.


   Bütün bu cümlelere neden ihtiyaç duydum? Twitterda paylaştım, facebokda paylaştım sabah okuduğum haberi, bir iki arkadaşıma mail attım; yok, olmuyor. Ne yapsam kafamdan atamıyorum; nereye koyacağımı bilemiyorum. Tez de yazsam, oyun da oynasam, sokağa çıkıp da bağırsam, az sonra eve geri döneceğimi bildiğimden, yine yetmeyecek bana. 33 yaşındayım; böyle bir haberle ne yapacağımı bilmiyorum ben hala.


   "Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde geçimini sebze ve meyve satarak sağlayan 4 çocuk babası Hacı Oruç (40), 3 gün önce iftar öncesi geldiği evinde, eşinin para olmadığı için yemek yapamadığını söylemesi üzerini kendini astı. Hastaneye kaldırılan Oruç, 3 günlük yaşam mücadelesini kaybetti."



İftar için yemek olmadığını öğrenince intihar etti




27 Haziran 2013 Perşembe

"Devlet benzer gökteki kuşa"

Ethem Sarısülük'ün babasını bulmuş, konuşmuş Odatv. Bana çok söz düşmüyor baba Muzaffer Sarısülük'ün hikayesini okuduktan sonra...
 
"Devlet benzer gökteki kuşa, sürer ahlakı yokuşa. Alır ite kakışa, yol açık geçemedim."





 



26 Haziran 2013 Çarşamba

Gezi'den sonra kopmak


Birileri birilerini “facebook” ta arkadaşlıktan çıkarıyor. Aynı masada kadeh tokuşturup, yaşamı eskiden ortaklaştırmış dostlar bunlar. Eski dostlar ayrılıyor birbirinden Gezi’den sonra. İroniyle paylaşıyorlar durumu diğer insanlarla. “Bahar temizliği”.


Sesin çıkmaz belki; ama sesi çıkana "sosyete eylemci" demek... 
Ethem’ler öldü, revirlere gazlar atıldı, oteller basıldı, sokaklar basıldı, insanlar dövüldü, bunu yapanlara Başbakan tarafından övgüler düzüldü, katiller serbest bırakıldı.

Eylemlere yalancı bahar diye burun bükülmez. Eylemlere burun bükenler arkadaşlıktan içi yanmadan, yüzüne ateşler basmadan, kalbi fırlamadan çıkarılmaz.